Ü Harfi – Deyimler ve Anlamları

Soru-CevapKategori: Deyimler SözlüğüÜ Harfi – Deyimler ve Anlamları
DS sordu 3 yıl önce

1 Cevap
Alfa cevapladı 3 yıl önce
Üç aşağı beş yukarı: Az bir farkla, az fazla ya da az eksik olmak üzere, yaklaşık olarak. “Üç aşağı beş yukarı anlaşırız, merak etme.”

Üç buçuk atmak: Çok korkmak, korku içinde olmak, istenmeyen bir durum olacak diye korkup durmak.

Üçe beşe bakmamak: Alışverişte fiyat konusunda küçük farkları önemsememek, almak ya da satmak konusunda cimri davranmamak. “İstediğini üçe beşe bakma, mutlaka al.”

Üç otuzluk: Yaşı hayli ilerlemiş (kimse).

Ümidini kesmek: Artık ummaz olmak, olacağını beklememek, kavuşamayacağını anlamak. “Ümidimi kestim iyice, kocam artık geri dönmeyecek.”

Ümitsizliğe düşmek: Gerçekleşmeyeceğine, olmayacağına inanmak. “Ümitsizliğe düşme bu kadar, belki geri gelir.”

Ün kazanmak: Adı her yerde duyulmak, şöhreti herkesçe bilinir olmak. “O cihana ün salmış bir güreşçidir.”

Üst baş: Kılık kıyafet, giyim kuşam. “Üstüne başına hiç bakmaz ki o.”

Üste çıkmak: Suçlu olduğu halde suçsuz durumda olduğunu söyleyip karşısındakini suçlamak. “Bir an önce bu işten kurtulmak için üste çıkmayı başarmalıyım diye geçirdi içinden.”

Üstesinden gelmek: Becermek, üzerine aldığı işi başarmak, yapmak. “Hiç endişelenme sen, üstesinden gelecektir o işin.”

Üste vermek: Fazladan ödeme yapmak. “Üste bir milyon verdiler ama bu arabayı değişmedim.”

Üst perdeden konuşmak: 1. Üstünlük taslayarak konuşmak. 2. Çok yüksek sesle konuşmak. “Üst perdeden konuşmaya bayılır.”

Üstü başı dökülmek: Kılık ve kıyafeti çok eski olmak, perişan durumda bulunmak.

Üstü kapalı konuşmak: Açık, kesin ifadeler kullanmadan konuşup dinleyenin kavrayışına bırakmak. “Niçin üstü kapalı konuştuğunu bir türlü anlayamıyordu.”

Üstünde durmak: Bir işe önem vermek, o işle yakından ilgilenmek, uğraşmak. “Şu işin üstünde dur biraz, yoksa sonun kötü olacak.”

Üstünde kalmak: Artırma ya da eksiltme sırasında onda kalmak. 2. Suçlanmak. “Onlar kaçıp gittiler, kabahat bizim üstümüzde kaldı.”

Üstünden atmak: Başından savmak, bir şeyi ödev olarak kabul etmemek, başkasını ilgilendirdiğini belirtmek. “Bu iş senin, sakın üstünden atayım deme.”

Üstünden dökülmek: Bir giysi bol ve biçimsiz olmak, yakışmamak.

Üstünden (şu kadar zaman) geçmek: Aradan (şu kadar) zaman geçmek. “Üstünden şu kadar zaman geçmesine rağmen hâlâ borcunu ödemedi.”

Üstüne almak: 1. Alınmak, bir hareketin kendisine karşı yapıldığını sanarak kaygılanmak. 2. Bir görevi üstlendiğini kabul etmek. “Her sözü üstüne alma lütfen!”

Üstüne atmak: Kendi kaptığı bir suçu birine yüklemek. “Camı kendi kırdı ama suçu arkadaşının üstüne attı.”

Üstüne basmak: 1. Yerinde bir fikir beyan etmek. 2. İyice belirtmek. “Üstüne basa basa anlat, baban çok mağdurmuş de!”

Üstüne bir bardak (soğuk) su içmek: O işten umudunu kesmek, o işin olacağına inanmamak, parasını ya da malını almaktan vazgeçmek. “Verecek mi? Sen o paranın üstüne bir bardak soğuk su iç!”

Üstüne (üzerine) düşmek: 1. Bir şeyi elde etmek için çok uğraşmak. 2. (Çocuğu) sevme ya da korumada çok ileri gitmek. “Şu çocuğun üstüne bu kadar düşmeyelim, şımardıkça şımarıyor, neredeyse başımıza çıkacak.”

Üstüne fenalık gelmek: Aşırı ölçüde sıkılmak, çok bunalmak.

Üstüne geçirmek: 1. Bir malın tapusunu kendi üzerine yazdırmak ya da çıkartmak. 2. Bir çocuğu evlât edinmek, kendi nüfusunu kaydettirmek. “Evi üstüne geçirmiş dedem, doğru mu?”

Üstüne gelmek: Bir şey konuşulurken ya da yapılırken çıkagelmek.

Üstüne gül koklamamak: Sevdiği birinden başkasını sevmemek, başkası ile ilişki kurmamak.

Üstüne (yatmak) oturmak: Hiç hakkı değilken başkasının malını kendine mal etmek. “Vakıf mallarının üstüne oturdu adam, nasıl yaptı, vicdanı nasıl el verdi bilmiyorum.”

Üstüne titremek: Pek fazla sevgi, özen göstermek; zarar gelmesin diye itinalı davranmak. “Öğrencilerinin üstüne böyle titreyen bir öğretmen daha görmedim.”

Üstüne toz kondurmamak: Bir şeyin kusur, eksiği olduğunu kabul etmemek. “Çocuğunun üstüne hiç toz kondurmuyor.”

Üstüne tuz biber ekmek: Bir üzüntüyü, derdi, kusuru artıracak durum oluşturmak.

Üstüne üstüne gitmek: 1. Bir konuda bir kimseye sürekli baskı yapmak. 2. Güç bir şeyden yılmayıp, sonucu tehlikeli de olsa, çekinmeden o şeyle uğraşmak. “Biliyorum zor ama üstüne üstüne gitmelisin, ancak o zaman başarabilirsin.”

Üstüne varmak: 1. Bir şeyi yapmasını zorlayarak istemek. 2. Bir kadın, evli bir erkekle evlenmek. “Demek tükürdü sana; üstüne varma, zorlama demedim mi sana?”

Üstüne yıkmak: 1. Kendi işlediği bir suçu başkasına yüklemek. 2. Kendisinin de sorumlu olduğu bir işin ağırlığını başkasına yüklemek. “Evin geçim yükünü annenin üstüne yıkmışlar, sorumsuzca yaşıyorlar.”

Üstüne yürümek: Yıldırmak, korkutmak amacıyla saldıracakmış gibi yapmak; ya da saldırmak. “Öfkeyle delikanlının üstüne yürüdü.”

Üvey evlât gibi tutmak (saymak) : Horlamak, haksızlık etmek, iyi davranmamak, küçümsemek. “Dokunma bana, beni hep üvey evlât gibi tuttun, ne zaman yaklaştıysam sana köşe bucak kaçtın benden.”

Üzüm üzüm üzülmek: Haddinden fazla, çok üzülmek. “Anneciği üzüm üzüm üzülüyor ama bir çare bulamıyordu.”

Cevabınız

20
+
0
=







Başa dön tuşu